kaydolmak

Üye Olun Soru sormak, soruları yanıtlamak ve diğer insanlara ilmi konuda yardımcı olmak için soru ve cevap sayfamıza kaydolun.

giriş yap

Soru sormak, insanların sorularını yanıtlamak ve diğer insanlara ilmi konuda yardımcı olmak için soru ve cevap sayfamıza kaydolun.

Şifremi Unuttum

Parolanızı unuttuysanız buradan sıfırlayabilirsiniz.

Captcha Captcha'yı güncellemek için resme tıklayın.

Lütfen kullanıcı adınızı yazınız.

Lütfen E-postanızı yazın.

Lütfen soru için uygun bir başlık seçin, böylece kolayca cevaplanabilir.

Sorunun kolayca aranabilmesi için lütfen uygun bölümü seçin.

En Uygun Anahtar Kelimeleri Seçin Ex: soru, anket.

Açıklamayı ayrıntılı ve ayrıntılı olarak yazın.

Buradan video türünü seçin.

Put Video ID here: https://www.youtube.com/watch?v=sdUUx5FdySs Ex: "sdUUx5FdySs".

Captcha Captcha'yı güncellemek için resme tıklayın.

Lütfen bu sorunun neden bildirilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

Lütfen bu cevabın neden bildirilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

Lütfen bu kullanıcının neden rapor edilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

Mumsema En son Makaleleri

Selam nedir, nasıl verilir? İslamda Selam vermenin ve almanın adabı

Selamlaşma Nasıl Yapılır Hükmü nedir?

Peygamberimizin Selâmlaşma Âdâbı – Selam nasıl verilir

(Selamı ilk önce yürüyen, oturan kimseye verir)

Yani; kesinlikle yürüyen kimse oturana selam vermekle emrolunmuştur. Eve girenin, ev ahalisine selam vermesine benzetilmiştir.

Çünkü oturanın vakarı, sükûneti vardır. Bu yürüyen kimseye karşı artı bir özelliktir. Çünkü yürüyenin hali, oturanın halinin zıttıdır. Ayrıca yürüyen, oturanın üzerindedir bu yüzden öncelikli olarak selam vermekle mükelleftir.

(Binekte olan, yürüyene ve oturana selam verir)

Yani; binekte olan, yürüyene selam vermekle sorumludur. Çünkü binekli kimse yürüyenin üzerindedir. Bunun sebebi; hayvana binmekle yükseldiği içindir. Binekte bulunan öncelikli olarak selam vermekle sorumlu tutuldu ki, tevazuya dönsün diye.

Bunun delili Ebu Hureyre’nin (Radıyallahu Anh) Hz. Muhammed’den (Sallallahu Aleyhi ve sellem) rivayet ettiği şu hadistir: Allah’ın elçisi şöyle dedi: “Küçük büyüğe, yaya oturana, az olan çok olana selam versin. ”

Ibn Arabi şöyle dedi: “Bu hadiste, fazilet sahibi bir kimsenin, fazilet sahibi bir kimseye selam vermede öncelikli davranması ortaya çıktı. İki yaya veya iki oturan karşılaşırsa, ikisinden biri önce selam vermekle emrolundu. Kim önce selam verirse hayır ondadır. Çünkü sünnete itaat o kimse de ortaya çıkmıştır. Buna dair fazilet mertebesini kontrol etmek mümkündür. Selamı önce vermeye dair hırslı olmak şeriatin edeplerine özen göstermenin, halis niyetin ve sevap kazanmaya gayretli olmanın delilidir. ”

(Selam vermek sünnettir)

Selam vermenin sünnet olduğuna dair âlimler arasında görüş birliği (icma) vardır. İbn Abdilberr ve başkalarından selam vermenin sünnet ol duğuna, selama karşılık vermenin ise farz olduğuna dair bir görüş nakledilmiştir. Çünkü Allah’u Teâlâ yüce kitabı Kur’an’ı Kerim’in bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

وإذا حيثم ينحبه فحيوا بأحسن منها أورثوها

“Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin.”

İbn Muflih, Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye’den (Rahmetullahi Aleyhima)
İmam Ahmed b. Hanbel’in ve başka kimselerin mezhebinde selama karşılik vermenin vacip olduğuna dair bir görüş nakletmiştir.

(İbn Muflih) dedi ki: “Selama karşılık vermenin vucubiyeti hususunda naklonunan şey açıktır. Şayet İbn Abdilberr’den nakledilen görüş husu sunda icma sahih olsaydı o zaman Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in (Sal lallahu Aleyhi ve sellem) şu hadisi hakkında ki emir vaciplikten, müstehaplığa sarf edilirdi. “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı 6’dır: Karşılaş tığı vakit ona selam vermesi…
İbn Abdilberr selam vermenin sünnet olduğuna şu hadis-i şerifi delil gösterdi: “Kim bir kavme selam verirse şayet o kavim selama karşılık verirse 10 iyilikle daha faziletli olur.”

Hicret eden iki kimsenin hadisini de İbn Abdilberr delil olarak zikretti:

“Selamı önce veren ikisinin en hayırlısıdır.”

(Yürüyen veya binekte olan topluluktan bir kimse bir topluluğa selam verse yeterli gelir. Oturan topluluktan bir kimse selama karşı lik verse diğer topluluğa yeterli gelir.)

Yani; topluluktan bir kimsenin selam vermesi yeterli gelir. Her birinin tek tek selam vermesi gerekli değildir. Nitekim topluluktan bir kimsenin selama karşılık vermesi de böyledir. Bu görüş ilim ehlinin cumhurunun görüşüdür.50 Hz. Ali (Radıyallahu Anh) şöyle dedi: Allah’ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle dedi: “Topluluktan bir kimsenin, bir yerden geçtiği vakit selam vermesi o topluluğa yeterli gelir. Topluluktan bir kimsenin selama karşılık vermesi de o topluluğa yeterli gelir.

Çünkü bir topluluğun selama karşılık vermesi, o topluluğun fertlerine farz-ı kifayedir. O topluluktan olan bir kimse bu görevi yerine getirse, sorumluluk hepsinden kalkar.

Ancak bu toplulukta adamlar ve çocuklar olsa ve çocuk selama karşılık verse bu sorumluluk kalkar mı?

Bu sorunun cevabı hususunda iki görüş zikredilmiştir:
1- İlim ehlinden selama karşılık vermek için mükellef (buluğa ermiş) olmayı şart koşanlara göre, çocuğun selama karşılık vermesi ile sorumluluk diğerlerinden düşmez. Çünkü çocuk farzı yerine getirmekle o sorumlu değil, ona ehil değildir. Selama karşılık vermek ise önceden de geçtiği üzere farzdır.

2- Çocuğun selama karşılık vermesi ile diğerlerinden de sorumluluk kalkar. İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyh) Şafiilerden naklettiği iki veche göre en sahih olanı budur. Bu görüş selama karşılık vermede bir kimsenin yeterli geleceğini söyleyenlere göre en doğru görüştür.
Selam verme hususunda en faziletli olan ise topluluğun hepsinin se lam vermesidir. Çünkü Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) bu konuda şöyle demiştir: “Aranızda selamı yayın.” Nitekim sela ma topluluğun tümünün karşılık vermesi de en faziletli olanıdır.

İbn Abdilberr’in, İmam Tahavi’den naklettiğine göre İmam Ebu Hanife’nin öğrencisi Ebu Yusuf tek kişinin selama karşılık vermesinin ye terli olacağına dair olan hadisi reddediyordu. Ebu Yusuf şöyle diyordu: “Tek kimsenin selama karşılık vermesi yeterli değildir, ancak topluluğun hepsinin selama karşılık vermesi gerekir. Bu selam vermenin sünnet oluşuyla, selama karşılık vermenin farz oluşunun arasını ayırır.”

Sanki İmam Tahavi’de (Rahmetullahi Aleyh) bu görüşe meylediyordu. Bu konuda kendisine itimat edeceğimiz sahih bir bilgi görülmemektedir. Bu görüş bana göre çok güzeldir. Muhakkak ki zikretmiş olduğumuz hadis zayıftır, ayet-i kerime ve sahih hadislerle sabit olan şer’i hükmü düşürecek güçte değildir. Bu şer’i hüküm selama karşılık vermenin farz olmasıdır. Bu farz topluluğun tüm fertleri üzerinde tek tek kalır. Buna dair delilleri zikretmiştik.
(Selamın yapılışı; Selamun aleykum/selam senin üzerine olsun demektir.)

Yani; selam lafzının kalıbı nekira (belli değil/bilinmeyen) lafzı ile olur: Selamun aleykum. Bu İbn Akil’in görüşüdür ki dirilerin selamı nekira, ölülerin selami marife (belli/bilinen) lafzıyla olur. Bu görüşü İbn Muflih’e isnat etti.

Bu mesele tartışmalı bir meseledir. Burada apaçık olan İbn Akil’in gö rüşüne muhalif gitmektir. O zaman selam nekira değil marife olması daha faziletli, daha doğru olur. Es-selamu aleykum olarak selam verilir.

Marife olarak selam vermekte Allah’u Teâlâ’nın zikrini hatırlatma, hissettirme vardır. Çünkü selam Allah’ın (Azze ve Celle) bilinen isimlerinden bir ismidir. İşte böylece bu manada olunca selam verilene selamin manasının talep edildiği hissettirilir. Es-selamu aleykum de ki elif ve lam harfleri (Arapça selamın başında bulunmaktadır) umumiyet kalıbı için gelmiştir. Allah’u Teâlâ’nın yüce kitabı Kur’an’ı Kerim’de selam lafzı elif ve lamdan arınık olarak gelmiştir. Şu ayet-i kerime buna örnektir:

قال سلام عليك سأستغفر لك ربي

“İbrâhim şöyle dedi: “Esen kal! Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim.”

Şu ayet-i kerimede de böyle geçmektedir:

سلام عليكم بما صبرتم

“Sabretmenize karşılık selam olsun sizlere.
Bu ayette de aynen böyle gelmiştir:

سلام على شرح في العالمين

“Ålemler içinde Nuh’a selam olsun!”

Şu ayeti kerimede ise selam lafzı marife olarak (elif lamlı) gelmiştir.

والسلام على من اتبع الهدى

“Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.”

İbnu Cinni “sırru’s sanaati” isimli eserinde şunu bizlere aktardı: Ten vinsiz olan (marife) selamun aleykum; çok kullanıldığı için böyle söylenmiştir.

(Selam almanın yapılışı ve aleykum selam/ senin de üzerine selam olsun)

Yani; selama karşılık veren kimse vav harfi ile birlikte söyler. Ve aley kum selam diye, selam verene karşılık verir. Bunun sebebi ya ilk selama atfetmek içindir ya da yeni cümleye başlanıldığı içindir. Şayet vavı düşü rup; aleykum selam derse de bu yeterli olur, farzı yerine getirmiş sayılır.
Şayet selama karşılık verirken; “es-selamu aleykum veya es-selamu aleyke” derse (tekil olarak) bu da yeterli gelir. Çünkü Ebu Hureyre’nin Nebi’den (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) rivayet ettiği hadis-i şerifte bu sabit ol muştur. “Allah Adem’i kendi suretinde yarattı. Uzunluğunu altmış zira yaptı. Allah onu yarattığı vakit şöyle dedi: “Git ve meleklerden oturan bir taifeye selam ver. Onların seni selamlayışlarını işit. Şüphesiz ki onlar seni ve zürriyetini selamlayacaklardır.” Adem şöyle dedi: “Es-selamu aleykum.” Melekler de ona şöyle karşılık verdi: “Es-selamu aleyke ve rahmetullahi.” Melekler “rahmetullahi”yi eklediler.”

(Selama karşılık verenin selamında şöyle bir ziyadede bulunması müstehaptır/güzeldir)

Yani; selam verirken veyahut alırken “ve rahmetullahi ve berakâtuh” demenin üzerine bir ziyade müstehap sayılmaz. Bu görüş cumbura aittir.

İbn Hacer’in bu zikrettiğimizin üzerine birçok ziyade türünde hadis zikretmiştir. Fakat bu hadislerin tümü zayıftır. Ibn Kayyım, Nebi’nin (Sallallahu Aleyhi ve sellem) selamı “ve berakâtuh” olarak bitirdiğine işaret etmiştir.

İmran b. Huseyn’in (Rahmetullahi Aleyh) zikrettiği selam veren üç adam hadisinde ve Ebu Davud’un rivayetinde geçen hadiste şöyle olmuştur. Ebu Davud dedi ki: Sonra diğer adam geldi ve şöyle dedi: “Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakâtuhu ve mağfiretuhu.” Nebi (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle dedi: “Dördüncüsü (mağfiretuhu), bu da fazilettendir.”

Fakat hadis bu son lafızla (bu da fazilettendir) sabit değildir.”
Ebu Velid b. Rüşt el-Maliki Allah’u Teâlâ’nın şu ayetiyle delil getirdi:
وإذا حييتم بتحية فحيوا بأحسن منها أوردوها
“Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin.
Bu ayetle ziyadenin caiz olduğuna delil getirdi. Bu delil tartışmalıdır. Çünkü en güzelin sonu bereket ile bitmesidir.

(Selam veren kimsenin sadece “selamun aleykum ve rahmetullah” demesi müstehap olur. Çünkü böyle yaparak selam verdiği kimsenin ziyade yapmasına izin verir ki o ziyade; “berakatuhu”dur. Böylece selamı alan kimse, selam verene daha güzel karşılık vermiş veya ona denk bir karşılık vermiş olacaktır)

Bu metin apaçıktır, şu manaya gelmektedir: Selamı ilk önce veren kimse, selam verirken en güzel selam kalıbını kullanmaz. Bilakis bu ka libi, en güzel cevabı vermekle emrolunan kardeşi için terk eder. Nitekim Allah (Azze ve Celle) selama karşılık verenin en güzel şekliyle karşılık ver mesini emretmiştir:

وإذا حبيتم بتحية فحيوا بأحسن منها أو ردوها

“Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin.”

İşte o en güzel karşılıkta “ve berakâtuhu” demesidir. Sanki İbn Akil (Rahmetullahi Aleyhi) ayet-i kerimeden, selama karşılık verenin, verdiği selama denk veya ondan daha güzeliyle karşılık verilmesi gerektiğini anladı.

Selam veren kimse en güzel kalıpla selam verdiği zaman, selama kar şılık verecek için bir ziyade, güzel bir karşılık kalmaz. Bundan dolayı se lam veren kimsenin “ve rahmetullah” sözünün üzerine bir şey eklememe sini güzel gördü.

Fakat selam veren kimse “ve berakâtuhu” ile birlikte selam verse (yani selamda en güzel kalıbı kullansa), selama karşılık verenin “ve berakâtu hu”ya ziyade yapması caiz midir?

Cumhur bunun caiz olmadığını söyledi. Çünkü “ve berakâtuhu” ile se lam tamama ermiştir. Fakihlerin cumhuruna göre selama “ve berakâtuhu” sözü ile başlayıp, bitirmek müstehaptır. İbn Akil’in zikrettiği görüş içinse bir delil bilmemekteyim.

İbn Kesir (Rahmetullahi Aleyhi) şöyle demiştir: “Şayet selam veren kimse şeriatin emrettiği en son kalıpla (ki o kalıp; es-selamu aleykum ve rahme tullahi ve berakâtuhu’dur) selam verirse, selama karşılık veren kimsede aynı şekilde karşılık verir.”” Diye bir görüş zikretmiştir.

Selam sözcüğünün manası şudur. Müslüman kardeşinin dünya ve ahi retteki felaketlerden selamette olması için dua etmektir. Aynı zamanda selam Allah’u Teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir. Selam veren kimse şöyle söylediği zaman: “es-selamu aleykum”, bu; Allah’ın ismi senin üzerine olsun demek manasına gelmektedir. Yani; Allah’ın korumasında olasın. Şöylede söylenildiği gibi; Allah seninle birlikte olsun.

Söyleyeni belli olmayan bir sözde şöyle denilmiştir: Selam, selamet manasında olan bir mastardır. Yani; selamet sizler için bir yakınlık olsun. Bu sözü rahmet ve bereket atıflarıyla desteklemektedir. Rahmet ve bereket de selam gibi mastardır.
Doğru olan şudur ki; iki mana arasında bir çelişki yoktur. Muhakkak ki selam, bu büyük isimle Allah’u Teâlâ’nın zikrini içermektedir. Aynı zamanda selam talebi manası da içermektedir. (Rahmetullah) öncesine atıftır. Yani; Allah’ın rahmeti sizin üzerinize olsun. Rahmete, selam bitiştiği zaman bununla şu kast edilmektedir: Talep edilen şeyin hâsıl olması.

(Berakatuh) bereketin çoğuludur. O devam eden sabit olan çok ha yırdır. İnsan ancak şu üç şeyle hayatından tam olarak faydalanabilir: Şer lerden ve afetlerden selamette olmak, hayrın kendisi için hâsıl olması ve kişinin devami, sebatkârlığıdır. İslam’ın selamı bu üç şeyi içermektedir.”

(Bir kimse selam verdiğinde daha sonra selam verdiği kimseyle kendisi arasına bir ağaç veya duvar ayırsa sonra tekrar karşılaşır larsa selamı tekrar vermek sünnettir. Nebi’nin (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) sahabesi de (Radıyallahu Anhum) böyle yapardı.)

İbn Akil bu söylemiş olduğuna sahabenin (Radıyallahu Anhum) yapmış olduğu fiille delil getirdi. Enes de (Radyallahu Anh) şöyle demiştir: “Biz Nebi (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) ile birlikteydik. Aramıza bir ağaç girdi. Birbirimizle tekrardan karşılaşınca bir kısmımız bir kısmımıza selam verdi.”

Bu konuya dair hadis, Ebu Hureyre’nin aktardığı, namazında kabahatli olan kimsenin kıssasında da gelmiştir. Ebu Davud’un Sünen adlı eserinde de aynı şekilde Ebu Hureyre’den (Radıyallahu Anh) şöyle bir rivayet gelmiş tir ve dedi ki: “Sizden birisi din kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Şayet aralarını bir ağaç veya bir duvar veyahut da bir taş ayırır ve sonra tekrardan buluşurlarsa yeniden ona selam versin.”

Bu zikrettiğimiz aynı hüküm insanlar arasında devlet dairelerinde de üniversite ve okullarda da ve bunlara benzer yerlerde de tekrar eder. Sen onların ilk başta selam verdiklerini görürsün. Arkadaşını, meslektaşını bir kez veya birçok kez gördüğünde ona selam vermez. Bu kimse artık onun yanında misafir gibidir. Su getirmek veya başka bir şey için ayağa kalktığı zaman, sonra tekrar yanına dönünce selam vermez. Ancak onun bütün bu suretlerde selamı tekrardan vermesi gerekir.

Aynı şekilde hangi olayda, mekânda olursa olsun, bir kimse din kar deşinden ayrılıp tekrar karşılaştığında ona yeniden selam vermesi gerekir. Çünkü bu Allah’ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa’nın (Sallallahu aleyhi Ve Sellem) şu sözünün geneline dâhil olmuştur: “Aranızda selamı yayın.”

Selamı yaymak, onu ortaya çıkarmak, bilinen veya bilinmeyen her du rumda onu ikrar etmesidir.

Imam Nevevi (Rahmetullahi Aleyhi) bir kitabında şöyle söylemiştir: “Bir konu; Bir kimse birinin yanına girip, sonra çıkınca, sonra tekrar yanına girince veya iki kimsenin arasını bir ağaç veya buna benzer bir şey ayı rinca yeniden selam vermek müstehaptır.” Daha sonra Ebu Hureyre’nin (Radıyallahu Anh) hadisini zikretti.

Bu şeriatta (kuralda/kanunda) Allah’u Teâlâ’nın kullarına karşı verdi ği nimetlerden vardır. Çünkü yukarda zikrettiklerimizi yapan bir kul hem sevap kazanır hem selamı yaymış olur hem de kardeşine iltifatta ziyade yapmış olur.

Selam veren kimsenin, sünneti yerine getirmesi için selam verirken sesinin seviyesi en az selam verdiği kimsenin işiteceği seviyede olmalıdır. Şayet selam verdiği kimse onu işitmez ise selam vermiş sayılmaz. Yeni den selam vermesi o kimseye gerekli olur. Selama karşılık verenin üzerine farz olan ameli eda etmesinin şartı ise; selamına karşılık verdiği kimsenin selamı işiteceği ses seviyesinde karşılık olarak vermesidir. Şayet karşılık olarak verdiği selamı karşısındaki işitmez ise üzerinde ki farz düşmez.

Nitekim bu söylediğimiz hükme daha önceden zikretmiş olduğumuz Ebu Hureyre’nin (Radiyallahu Anh) hadisi işaret etmektedir: “Selam verdiğin kimse işitsin…”

İşte bu hadis selama karşılık vermek için, selamın işitilmiş olması ge rektiğini ifade eder. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şu hadis-i şerifi de aynı böyledir: “Aranızda selamı yayın.”

Bu hadiste selamin gizlice/sessizce söylenilmesinin yeterli olmadığına işaret edilmektedir. Bilakis selamın açıkça söylenilmesi gerekmektedir. O zaman bu hükme göre; selam veren kimsenin, selam verdiği kişiye sesini duyuracağı ses seviyesinde veya selam verdiği kimselerin kesinlikle du yacağı ses seviyesinde selam vermesi gerekir. Şayet kişi selamını işittirip işittiremediğine dair bir şüphe duyarsa, sesini ihtiyatlı olarak ve göstererek yükselterek selamını verir.

Kişi yanında uyuyan kimselerinde olduğu uyanık bir gruba veya bir kimseye selam verecek olursa, sünnet olan sesini uyanık kimselerin işite ceği miktarda kısarak selam vermesidir. Uyuyanların uyanmaması gerekir.

Mikdad’ın (Rahmetullahi Aleyh) uzun hadisinde buna dair bilgi gelmiş tir. Mikdad şöyle dedi: “Biz Nebi’ye (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) sütten payi olduğu vakit seslenirdik. Nebi bizim yanımıza gece gelirdi. Uyuyanların uyanmayacağı şekilde selam verirdi. Uyanıklar selamını işitirdi…”

(Genç kızlara selam vermek mekruhtur”)

(Arapça metinde geçen; şev’ab) sebbete’nin çoğuludur. De bbetinin ve deve’binin olduğu gibi. Genç; otuz yaşına gelmiş kimsedir. Bir görüşe göre; otuz iki yaşına gelmiş kimsedir de denilmiştir. Başka bir görüşte; kırk yaşına gelmiş kimsedir” de denilmiştir.

Genç bir kıza bir erkek selam veremez. Bunu ilim ehlinin cumhuru söylemektedir.” Muvatta isimli eserde şöyle gelmiştir. Imam Malik’e kadına selam verilip verilemeyeceği soruldu. İmam Malik (Rahmetullahi Aleyh) şöyle cevap verdi: “Selam verdiği kadının yaşı büyükse ben bunu uygunsuz görmem. Genç kıza ise selam vermekten hoşlanmam.”

İbn Abdilberr (Rahmetullahi Aleyh) bu konu hususunda şöyle demiştir: “Genç kadına selam verilmez. Genç kadında erkeğe selam vermez. ”

Şayet bir erkek kadına selam verirse, kadının erkeğe karşılık vermesi caiz değildir. Çünkü o kadın selama hak kazanmamıştır. Bu selama karşı lik vermekle sorumlu değildir.

(Muhakkak ki kadının selama cevap vermesi ve sesini işittirmesi, büyük ihtimalle fitneyi doğurur. Nice ses hevaya ve aşka sebep olmuş tur.) İşte bu görüş şer’i naslardan alınmış hükümleri illetlendirmektir. Bu nun manası şudur; genç kadına selam vermek, kadının selama karşılık vermesini doğurur, bu da kadının sesinin işitilmesine sebep olur.

Sonuç olarak genç bir kadının sesini işitmek fitnenin sebeplerinden bir sebeptir. Bu yüzdendir ki ibadet konularında kadının sesini yükseltmesi yasaklanmıştır. Ezan gibi, telbiye” gibi imamı uyarması gibi ve bunlara benzer meselelerde olduğu üzere kadının sesini yükseltmesi yasaklanmıştir.

Çünkü bu saydığımız işlerin tümünde kadının sesi, erkeğin şehvetine tesir eder, erkeğin şiddetli olan arzusunu iyice arttırır. Özellikle de sözle birlikte itaat etme, lafızda yumuşama gibi durumları olduğu zaman.
Mevdudi (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demektedir:
“Allah’u Teâlâ’nın şu ayet-i kerimesi:

إن القيين فلا تخضعن بالقول

“Eğer günahtan sakınmak istiyorsanız sözü edalı bir tavırla söyle meyin.

Yani; kadınlar, sizler sesinizi incelterek, yumuşatarak erkeklerle konuşmayın.

فيطمع الذي في قلبه مرض وقلن قولاً معروفاً

“Kalbinde çürüklük olan kimse ümide kapılmasın. Ayrıca düzgün Yani; kadının şiddetli bir ihtiyacı olduğunda kendisine mahrem olma söz söyleyin.”

yan bir erkekle konuşmasında sakınca yoktur. Fakat kadının lehçesinde ve
üslubunda erkeğe hitap ederken, birbirlerine yakın veya uzak olup olma sınlar fark etmez, bir yerde uzun uzadiya oturmamaları gerekir. Kadının lehçesinde bir eda, aksanında bir yumuşaklık olmaması gerekir. Aynı zo manda konuşmasında da bir gevşeklik olmaması lazımdır. Kadının sesin de erkeğin şehvetine etki eden bir özelliğin bulunmaması gerekir.”

Müellifin kelamı mahrem olmayan genç kadınlara hastır. Kız kardeş, erkek kardeşin kızı, kız kardeşin kızı gibi kendisine mahrem olanlarda ise birbirlerine selam vermesi, erkeklerin birbirlerine selam vermesi gibidir. Birbirlerine selam alıp verebilirler. Çünkü delillerin umumuna girmişlerdir.

(Yaşlı bir kadına ve iş kadınına selam vermekte bir sakınca yoktur.)

Yani; yaşlı kadınlara selam vermekte bir sakınca yoktur. (Arapça me tinde geçen ace’iz) acuz’un çoğuludur. O da yaşlanmış, yaşı geçmiş ka dın anlamına gelmektedir. Kendisine şehvet duyulamayacağından dolayı erkek ile arasında fitnenin olması umulmayacağından ötürü bir sakınca yoktur.

Tacir, iş kadınlarına da selam vermek aynı şekilde caizdir. (Arapça metinde geçen be’riza’te) berizate’nin çoğuludur. Denilir ki; meşhur (öne çıkmış/iş sahibi) kadın. O iffetli, erkeklerden öne çıkmış, onlarla birlik te konuşan kadındır. Ki bu kadın o erkeklere alış-veriş işlerini verir. Bu kadın evinde oturan kadınlar gibi değildir. Bakire kızlar ise tam aksine evlerinde oturmaları gerekir.

Yaşlı, yabancı kadına selam vermenin caiz olduğunun delili Ebu Hazm’in hadisidir. O Sehl b. Said’den (Radıyallahu Anh) rivayet etti ve dedi ki:

“Biz cuma günü seviniyorduk.” Sehl’e dedim ki: “Niçin?” Dedi ki:”Bizim yanımızda yaşlı kadın vardı, Buda’a” isimli ağacın yanına gönderildi. Selk” bitkisinin köklerinden gereksiz olanları bir tarafa bi raktı. Arpa tanelerini de süzdü. Biz Cuma namazını kıldığımızda tek
rardan onun yanına gittik ve ona selam verdik. O da bizim yanımıza geldi…”

Hafiz Ibn Hacer” dedi ki: “Bu hadiste, yabancı yaşlı kadınlara selam vermenin caiz olmasının delili vardır.”

Çünkü hadisin zahirine göre bu erkeklerin hepsi veya çoğunluğu bu kadının mahremi değildiler. İbn Mansur, Ebu Abdullah’a kadınlara selam verme meselesini sordu. Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: “Kadın yaşlı olduğu vakit selam vermede bir sakınca yoktur.”
Salih dedi ki: “Babama kadınlara selam vermeyi sordum.” Babam şöyle dedi: “Yaşlı olduğu vakit selam vermede bir sakınca yoktur.”

Ibn Akil’in ve başka âlimlerin kelamlarından, kendilerine selam verilmesi hususunda kadınların iki kısma ayrıldıkları görülmektedir:

1- Şayet kadın eşi, cariyesi veya mahremi olursa ki mahrem; erkeğin nesebinden kendisine evlenmesi haram olduğu (anne, hala, babaanne vs.) kimselerdir. Veya mübah bir yol sebebiyle kendisine haram olan kimsedir ki, bu mübah yol süt emme olabilir veya evlilik sebebiyle meydana gelen akrabalık (baldız gibi) olabilir. İşte bu tür kimselere erkeğin selam vermesi sünnettir. Bu selama karşılık verilmesi de va ciptir, gereklidir. Bu türden olan kadınında erkeğe selam vermesi aynı bu şekildedir ki bunların selamı erkeğin erkeğe olan selamı gibidir.

2. Kadın erkeğe yabancı olur, erkeğin mahreminden olmazsa ki, mah rem olmayan kimse; kendisiyle evlenilmesi caiz olan kimsedir. Şayet kadın erkeğin tanıdığı bir kimse olursa; kardeşinin eşi, amcasının eşi, halasının eşi, amcasının kızı, halasının kızı gibi kimselere selam ver mesi, ancak aralarında fitne olmayacağından emin olduğu vakit selam vermesi caiz olur. İster bu türden olan kadın genç bir kız olsun, ister se de yaşlı bir kadın olsun fark etmez. İnsanlar erkek kardeşin eşine, erkeğin selam vermesini adet edindiler. Şayet erkek kardeş eşe selam vermeyecek olsaydı onu tanımayacaklardı.

Şayet kadın, erkeğin tanımadığı bir kimse olur ve genç bir kız olursa, erkeğin ona selam vermesi caiz değildir. Nitekim müellifin bu husustaki sözleri de daha önceden geçmişti. Bu türden olan genç kadınında erkeğe selam vermesi caiz değildir. Şayet erkek böyle bir genç kıza selam verirse, genç kızın bu selama karşılık vermemesi gerekir. Çünkü erkeğin bu sela mina, genç kız cevap vermek için hak elde etmemiştir. Bilakis bununla beraber ilim ehlinden baza âlimler genç kızın erkeğin bu selamına karşılık vermesini haram kabul etmişlerdir. Ancak Hanefi âlimleri şöyle demişler dir: “Genç kız sessizce, kendi içinde selama karşılık verir. Nitekim böyle yapmakta bir saygınlık vardır.” Çünkü bu görüşte selama karşılık verme nin ve selama sessiz karşılık vermenin arasını bir etmek vardır. Şayet sesli bir şekilde selama karşılık verse fitne çıkması mümkün olur.

Şayet kadın genç değil de yaşlı olursa, erkeğin böyle bir kadına selam vermesi caizdir. Nitekim bu konuda Sehl b. Said’in (Radıyallahu Anh) rivayet ettiği hadis daha önceden geçmişti. Ancak Imam Nevevi yaşlı kadının, er keğin şehvetini arttırmayacak türden olmasını şart koştu. Buhu’ti ise “Şerhu’l Ikn’a” adlı eserinde bu yaşlı kadının güzel olmamasını şart koştu.

Şayet kadın yaşlı bir tacir olursa, alış-veriş, sanat ve bunlara benzer nedenlerden dolayı kendisine ihtiyaç duyulduğu vakit selam vermek caiz dir. Şerhu’l İkna da aynı şekilde Buhu’ti kadının erkeğin şehvetini arttıra cak bir durumda olmamasını şart koştu. Çünkü bunda fitneden korunma vardır.

Ålimler bilakis bir kısmı mendup/güzel gördü- erkeğin ilmi bir derste veya mescitte veya bunlara benzer nedenlerden dolayı kadınların tümüne selam vermesini caiz gördüler. Çünkü sakıncalı kimse kendisinden fay dalanabilinecek kimsedir. Şayet adam evine girse ve evde aile ziyaretine gelmiş kadınlar olsa onlara selam vermesinde de bir sakınca yoktur. Daha önceden bunun sebebi geçmişti.

Aynı şekilde tek bir kadının erkek topluluğuna selam vermesini caiz olarak gördüler. Ålimlerden bir kısmı fitneden emin olmayı şart koştular. Daha önceden zikretmiş olduğumuz Sehl b. Said’in (Radıyallahu Anh) hadisinde de erkekler topluluğunun kadına selam vermesinde caiz oluşunun delili vardır.

Bu geçen tüm caiz olan yerlerde fitneden sakınmayı şart koşmak ge rekir. Hali’mi106 dedi ki: “Kim selam vermeye dair nefsinden emin olursa selam versin, kimde emin olmazsa sussun, selamete ersin. ”

(Şahidin kadının yüzüne bakması caizdir.)

Yani; şahidin eda etmesi gereken bir durum için kadının yüzüne bak masi caizdir. Çünkü bu şahitlik ancak kadının yüzüne bakmakla gerçek leşecektir.

İmam Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi aleyh) şöyle dedi: “Kadına, ancak onun yüzü tanınması gereken şahitlik durumlarında bakılır. ”

Kadının yüzüne bakmayı ancak ihtiyaç ile kayıtlamak gerekir. Şahitli ği yerine getirir iken kadının yüzüne bakmak şehveti gerçekleştirmez. Bu mesele fakihlerin nikâh bölümünde detaylandırdığı bir meseledir.

(Ziyneti korumak için ki böylece şahitlik gerçekleşmiş olur.)
(Arapçasının) kesra ile okunuşuyla; sıfat manasına gelmektedir. Ço ğulu ise uzatmadan okuyarak huliyen’dir. Ha harfinin dammesi ve kesra sıyla. Bu cümlede bakmaktan kastin, kadının yüzü olduğuna işaret vardır.

(Kuyumcu ve yün eğirende böyledir.) Kuyumcu: (Bilinen tarifiyle) altını süs eşyasına çeviren kimsedir. Yün eğiren; pamuk ve benzerlerini eğiren kimsedir.

(Kadının kendisiyle çalıştığı tacir veya sanatkâr her kimse)

Yani; erkeğin kadınla çalışmasının gerektiği kuyumculuk, iplik eğir me, satış, kiralama ve bunlara benzer mesleklerde erkeğin kadına bakması caizdir.

Erkek kadını tanımak için yüzüne bakabilir. Malikiler dediler ki: Alış-veriş sebebinden dolayı erkeğin kadına bakması haramdır. Çünkü bu husustaki delillerin geneline dâhil olduğu için.

Bu doğru olan bir görüştür. Bilhassa da bu bakmaya ihtiyaç teşkil eden bir yer olmadığı zaman. Özellikle de bizim zamanımızda. Fakihlerin zikrettiği nedenlerden (mesleklerde ki ihtiyaçlardan) ihtiyaçsız bırakan birçok vesileler açığa çıkmış ve bu vesileler fitne kapılarını kapatmıştır.

Bununla birçok sapıtmış kimseye sesleniyor.

(Arapça metinde geçen) teca’ir; çoğuldur. Meşhur olansa tacirin ti ca’rin -kesra ve şeddesiz- ile ve tüccarin -damme ve şeddeyle- ile çoğul yapılmasıdır. Herhâlde tecair, ticaretin çoğuludur. Bu kalıp cemi teksir’de (ismin asıl kalıbının bozulup, çoğul yapılmasıdır, Arapça gramerine ait bir meseledir) bilinen bir kalıptır. Risa’let ve risa’il, seha’bet ve seha’ib, zeva’be ve zeva’ib gibi.

Nişanlı kadına bakmak meselesi de kadına bakmak meselesindendir. Müellif bu meselenin önemli olmasına rağmen zikretmedi. Adamların kendileriyle evlenecekleri kadınların yüzüne bakması müstehaptır.

El-Furu’u isimli kitapta buna genişçe yer verilmiştir. Imam Nevevil

(Rahmetullahi Aleyh) bunu cumhura nispet etmiştir.
Muğire b. Şube (Radıyallahu Anh) dedi ki: Bir kadınla nişanlanmıştım. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) banaşöyle dedi: “Ona baktın mı?” Ben hayır dedim. Allah’ın elçisi bana şöyle dedi: “Ona bak. En doğrusu aranızda sevginin olmasıdır.” Yani; aranızda sevgi ve başarı olsun. Araplarda şöyle söylenir: Allah’u Teâlâ onların arasını katık etti. Yani; onları birbirlerine ısındırdı ve başarıya ulaştırdı.

Cabir b. Abdullah (Radıyallahu Anh) şöyle dedi: Allah’ın elçisi Hz. Mu hammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle dedi: “Şayet sizden birisi bir ka dınla nişanlanmak isterse ve kendisiyle nikahlanacağı yere bakmaya güç yetirirse bunu yapsın.” Başka bir lafızda ise; “Sizden bir kimse, bir

kadınla nişanlanmak isterse ona günah yoktur…” Dedi ki (Cabir): “Ben bir cariye ile nişanlandım. Onu ta ki nikâh günü gördüm. Sonra ben onunla evlendim o da benimle.”112

Ebu Hamid -veya Ebu Hamidet- (Radıyallahu Anh) Nebi’yi (Sallallahu Aley hi ve sellem) gördü ve dedi ki: Allah’ın elçisi şöyle dedi: “Sizden birisi bir kadınla nişanlanmak istediğinde ona bakmasında bir günah yoktur. O, ona ancak nişanlanmak istediği için bakar. Eğer bu olmazsa o nişanla nacağı kadını bilemez. ”

Adam kendisiyle nikâhlanmak istediği kadının yüzüne, ellerine ve ayaklarına, genelde görünen yerlerine bakar. Çünkü Nebi (Sallallahu Aley hi Ve Sellem) bilmeksizin -Ebu Hamid’in hadisinde de olduğu gibi- adeten açıkta olan yerlerine bakmasına izin verdi. Bu Allah’ın izniyle açık olan dır. Bakmayı yüzle ve avuç içiyle sanarlandırmak -birçok fakihin yaptığı gibi- delilsiz bir sınırlandırmadır. Hadis-i şerifte şöyle gelmiştir: “Şayet nikâhlanmaya çağırdığı yere bakmaya güç yetirirse.”

Bu bakmak bazı kurallarla sınırlandırılmıştır. Bu kuralların bazası şe riatin umumundandır bazısı da bu konuya dair olan meşru hadislerdendir. Bu kurallann en önemlileri şunlardır:
1- Adamın kadınla evlenmeye kesinlikle azmetmiş olması gerekir.

Çünkü bakmak ancak kesin olarak evlenecek kimseye mübah kılın mıştır. Yoksa aslen bakmak haramdır. 2- Adamın zannı galibince kadının kendisine icabet edeceği olması gerekir. Yoksa kadına bakmak caiz değildir. Bu kural ihtiyatlı davran Hmak babındandır. Bu kural nişandan önce bakmaya dair konulmuştur. Genelde ise bakmak ancak erkekle kadının muvafakatinden sonra olur.

3- Bakmanın miktarı ihtiyaç kadarınca olması gerekir. Çünkü bakmak aslen haramdır. Fakat adamın tanımak istediği kadının vasıflarından tanımak istediği kadan häsal oluncaya kadar bakması caizdir. Çünkü genelde bir kez bakmakla amaç hâsıl olmaz.

4- Kendisiyle nişanlanacağı kadını görerek bilmek şart mıdır? Bu ko nuda iki görüş vardır: Bu iki görüşten en tercih edilene göre bakmak şart değildir. Hafız bunu cumhura nispet etmiştir. Ebu Hamid’in hadi sinden dolayı: “Sizden birisi bir kadınla nişanlanmak isterse, nişan için kadına bakmasında ona bir günah yoktur. Şayet bakmazsa kadı nı bilemez.” Bundan dolayı Cabir (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: “Ben nikâhlanacağım kadından saklandım. Çünkü o beni görseydi aklımı 0 çelmek için süslenirdi.”

Bu konuda açık olan -Allah’u Teâlâ en iyisini bilir- tafsilata gitmektir. Bu tafsilat; şayet zanna galipçe nişanlanmak nikâha ulaştıracak ise bakarak bilmekte bir sakınca yoktur. Şayet zannı galibince nikâha işaret etmeyen delilerden dolayı bunu bilemezse en doğru olanı bakarak bilmemesidir. Çünkü böylece nefsine bir tesirde bulunmaz.

(Çocuklara edebi öğretmek için, güzel ahlakı sevdirmek için ve güzel davranış hususunda eğitmek için, selam vermekte bir sakınca yoktur.)

(Arapça metinde geçen sibyanın) sad harfinin kesrasıyla ve lügaten dammesiyle. (Arapça metinde geçen) be’se: Zorluk ve şiddet manasına gelmektedir. Bir şey yapılacağında şöyle denilir: Bunu yapmakta bir be’is/ sakınca yoktur. Ancak bu, o yapılacak işte bir sakınca bir mâni olmadığı zaman kullanılır. Meşhur olan manaya göre ise; mübahlığı ifade eder. İbn Akil bu kitabın birçok yerinde bu kelimeyi müstehap manasında kullan ması daha evla oldu. O kullandığı yerlerden biriside işte burasıdır.

Çocuğa selam vermek müstehaptır. Buna dair âlimlerin ittifakını İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyh) nakletti. Enes’in (Radıyallahu Anh) hadisinde geç tiğine göre; Enes çocukların yanından geçti. Onlara selam verdi. Dedi ki (Enes): Nebi’de (Sallallahu Aleyhi ve sellem) böyle yapıyordu. Enes’ten rivayet edildiğine göre; Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) çocukların yanından geçti ve onlara selam verdi.

İbn Battal şöyle dedi: “Çocuklara selam vermekte, onlara sünnetle ri öğretmek, şer’i edeplere hazırlamak vardır. Çocuk sorumluluk sınırına geldiğinde İslam edebiyle edeplenmiş olur. ” and able

Hafız da buna şu sözleriyle katkıda bulundu: “Bunu yapmakta (cocuğa selam vermekte) kibri reddederek kibirlileri kovma, tevazu yoluna girme ve yumuşaklık tarafında olmak vardır.”

Aynı şekilde çocuklara selam vermekte, sünnete tabi olma, selami yayma, selamın sıfatını/yapılışını ve sünnetlerini öğretmek vardır. Böy lece selama alışırlar ve onun üzerinde devam ederler. Böyle yapılınca da çocuğa sevgiyi gerçekleştirmek vardır. Çünkü çocuk kendisine selam ve rilmesiyle mutlu olur ve kendisine selam veren kimseyi sever.

Muhakkak ki Nebi’ye (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) ve şerefli sahabesine tabi olmaya, çocuğa selam vermedeki bu yüce hikmet isnat edilmiştir. Bunda selam veren bir kimseyi, çocuklara karşı selam vermeye hırslandır mak vardır. Çünkü o kimse, geride bırakılmış o senelerin içinde bu zaman da da onu yapar olmuştur. Allah yardım edendir!
Hafiz Ibn Hacer (Rahmetullahi Aleyhi) şöyle dedi: “Şayet çocuk güzelse ve selam verildiğinde fitneye uğramasından korkuluyor ise bu çocuğa selam vermek meşru olmaz, özelliklede tek başına, yalnız bir genç ise.” İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyhi) çocuğun selama karşılık vermesinin, çocuğa gerekli olmadığını doğruladı. Çünkü çocuğa farz olan ameller düşmez. Fakat Imam Nevevi şöyle dedi: “Edebin gereği ve müstehap olarak çocuğun selama karşılık vermesi gerekir.”

Fakat çocuğun, büyük olan kimseden daha iyi bilir olması gibi bir ma nevi ve hissi küçüklüğün taarruzu olursa, Hafız (İbn Hacer) bu hususa dair bir nakil (hadis, sahabe sözü gibi) görmediğini zikretti. Yaşa itibar etmek, hakikatin mecaza üstün gelmesi babından olan hadislerin zahirini alarak, galip gelmiştir.

(Giriş, karşılaşma esnasında selam vermenin müstehap olması gibi ayrılık zamanında da selam vermek müstehaptır.)

Yani; meclisten ayrılışta selam vermek müstehaptır. Ebu Hureyre’nin (Radiyallahu Anh) rivayet ettiği şu hadisinden dolayı ki, Nebi (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle dedi: “Sizden birisi meclise (buluşma yeri, toplantı yeri, arkadaş ortamı vs.) geldiğinde selam versin. Meclisten kalkıp, ayrılacağı zamanda selam versin. İlk selamı son selamından daha hak sahibi de ğildir,

Yukarda zikretmiş olduğumuz hadis-i şerifte geçen “meclisten kalkıp, ayrılmak istediği zaman selam versin” lafzı, kalkıp, ortamdan ayrılmak istenildiğinde söylenilmesi gereken selam lafzının, şeriatin koyduğu lafız olmasına delildir.

Insanların birbirinden ayrılırken selam lafzı olarak itibar etmiş olduğu; Allah’a emanet ol, selametle, hayırlı akşamlar ve bunlara benzer lafızlar bu hadise ve hadisin getirmiş olduğu manaya muhalefet etmektedir.
Sünnet olansa, şeriatın belirlemiş olduğu lafzı söylemektir. Eğer bu şeriatın belirlemiş olduğu lafzın üzerine ziyadede bulunmak isterse, Al lah’u Teâlâ’nın dilemesiyle bunda bir sakınca yoktur.

(Girişte, karşılaşma esnasında selam vermek daha şiddetli, daha önemlidir.)

Yani; oturan kimselerin yanına girişte verilen selam, onların yanından ayrılırken verilen selamdan daha şiddetlidir. Çünkü o karşılaşmanın ilki dir. Bu zikretmiş olduğumuz meseleye Allah’u Teâlâ’nın şu ayet-i kerime si işaret etmektedir:

يا أيها الذين أمنوا لا تدخلوا بيوتاً عبر بيوتكم حتى تستأنسوا وتسلموا على أهلها

“Ey iman edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan ve içinde oturan lara selâm vermeden kendi evlerinizden başka evlere girmeyin.”

Aynı şekilde zikretmiş olduğumuz bu meseleye Ebu Hureyre’nin (Radiyallahu Anh) şu hadisi de işaret etmektedir. Ebu Hureyre şöyle dedi: Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle söyledi: “Karşılaştığınızda ona selam verin…”

El-Edebu’ş Şer’iyye isimli kitapta bu konuya dair şöyle bir şey zik redildi: “Kim bir topluluğun yanına girerken selam verirse aynı şekilde ayrılırken de selam versin.”

İşte oturanların yanına girmede ki bu sünnet; onlara selam vermektir.

İnsanların itibar etmiş olduğu, bir meclise girildiğinde herkesle tek tek musafaha etmek meşru değildir, buna dair ne Nebi’den (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) ne de ashabından (Radıyallahu Anhum) buna dair bir delil gelmemiştir.

Sünnet ancak selam vermek ve oturarak mecliste bulunmaktır. Fakat kim mecliste musafahalaşıldığını görürse bunun örfe dayalı bir şey oldu ğunu söyler. Allah’u Teâlâ en iyisini bilir.

BENZER KONULAR:

1 Comment

  1. Selam nedir, nasıl verilir? İslamda Selam vermenin ve almanın adabı

    İslam’da Selamlaşma Adabı
    Selam, Arapça kökenli bir kelimedir ve “barış, esenlik, güvenlik” anlamlarına gelir. İslam’da selamlaşma, bir Müslümanın diğerine karşı sevgi, saygı ve barış duygularını ifade ettiği önemli bir sosyal ve dini gelenektir.

    Selam Nasıl Verilir?

    Selam verirken, “Selamün aleyküm” veya “Esselamü aleyküm” denir.
    Her iki selam da “Ve aleyküm selam” veya “Aleykümü’s-selam” şeklinde cevaplanır.
    Selam verirken ve alırken tok ve açık bir sesle konuşmak önemlidir.
    Karşıdaki kişiye gülümsemek ve göz teması kurmak da selamlaşmanın adabındandır.
    Selam Vermenin Fazileti:

    Selam vermek, Allah’ın Resulü (s.a.s.) tarafından emredilmiş bir sünnettir.
    Selamlaşmanın sevgi ve saygıyı artırdığı, dargınlıkları giderdiği ve kardeşlik duygularını pekiştirdiği bilinmektedir.
    Selam veren ve alan kişiye on sevap yazılacağı rivayet edilmiştir.
    Selam Vermenin Adabı:

    Küçüğün büyüğe, yaya olanın binene, az sayıdaki grubun çok sayıdaki gruba selam vermesi gerekir.
    Bir mecliste bulunanlara selam verirken, “Selamün aleyküm ve rahmetullah ve berekatühü” denilebilir.
    Selam verirken, el sıkışmak da sünnettir.
    Bir topluluğa selam verirken, selamı genel olarak vermek daha uygundur.
    Selam Almanın Adabı:

    Selam alan kişi, selamı en güzel şekilde cevaplamalıdır.
    Selam alan kişi, selam verenden önce konuşmamalıdır.
    Selam alan kişi, selam verene elini uzatabilir.
    Selamlaşmanın Önemi:

    Selamlaşma, İslam’da önemli bir yere sahiptir. Selamlaşmanın birçok faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

    Selamlaşma, sevgi ve saygıyı artırır.
    Selamlaşma, dargınlıkları giderir.
    Selamlaşma, kardeşlik duygularını pekiştirir.
    Selamlaşma, bir toplumda huzur ve güven ortamının oluşmasına katkıda bulunur.
    Sonuç olarak:

    Selamlaşma, İslam’da önemli bir sosyal ve dini gelenektir. Selamlaşmanın birçok faydası vardır. Selamlaşmanın adabına uygun şekilde selam vermek ve almak, her Müslümanın görevidir.

Leave a comment

Captcha Captcha'yı güncellemek için resme tıklayın.